Marx ve Kant karşılaştırması


Kant epistemolojisine giriş;

A posteriori bilgi, destekleyici temelleri bakımından büyük ölçüde bazı özel duyusal ve algısal içeriklere bağlı olan bilgi olarak görülür. A priori bilgi ise bunun aksine destekleyici temelleri bakımından bu türden deneyimsel içeriklere bağlı olmayan bilgi olarak kabul edilir. Immanuel Kant’ı takip eden epistemolojik gelenek, a priori bilginin destekleyici temellerinin yalnızca “saf akıl” veya “saf anlama yetisi ” denilen tek başına zekâ süreçlerinin ürünü olduğunu sürer. Bu gelenek içinde, varlığın varlığı veya fiziks nesnelerininh yanımızda bulunması, a posteriori bilginin standart örnekleri iken mantıksal doğruluk içeren bilgiler de a priori bilginin standart örneklerdir. A priori bilgiyle ilgili bir açıklamanın, uygun saf zihinsel süreçlerinin ne olduğunu ve deneye dayanmayan bilgilere nasıl katkı sağladığını ortaya koyması beklenir. Benzer şekilde a posteriori bilgiye dair bir açıklamanın da, duyusal ve algısal deneyimin ne olduğunu ve deneysel bilgilere nasıl katkı sağladığını ortaya koyması beklenir. Böyle olmasına rağmen epistemologlar, önermesel bilgi ile ilgili genel bir açıklama ortaya koymaktadırlar; yani bu açıklamalar,a priori ve a posteriori bilgiye özgü olan şeyleri sıralamakla yetinmektedir.Bilgi sadece doğru inanç değildir. Bazı doğru inançlar, yalnızca şanslı bir tahmine dayanırlar ve bu nedenle bilgi değillerdir. Bilgi, inanç koşulundaki tatmin ile doğruluk koşulundaki tatminin “uygun bir şekilde ilişkilendirilmesini” gerektirir. Bu, standart çözümlemedeki gerekçelendirme koşulunu kavramanın tek kapsamlı yoludur. Biz, bilen bir kişinin bilinen bir önermenin doğruluğu konusunda uygun ve yeterli emareye sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz. Eğer biz, böyle uygun bir emareyi bir önermenin doğruluğunu gösteren bir çeşit kanıt olarak anlarsak o zaman meşhur geleneksel gerekçelendirme koşulu görüşünü benimsemiş oluruz: kanıt olarak gerekçelendirme. Gerekçelendirme hakkındaki sorular, çağdaş epistemolojide oldukça dikkat çekicidir gerekçelendirmenin”anlamında olduğu kadar bir inancı bilgiye dönüşecek şekilde gerekçelendiren temel koşullar konusunda da ortaya çıkar.Kant, a priori bilginin “bütün tecrübelerden mutlak olarak bağımsız”olduğunu iddia etmektedir.Bu bence kesinlikle yanlıştır, bilgi nedensellik zaman mekan gibi kategoriler tarihsel sosyal pratiğe katıldıktan sonra gelişir. Nitelendirme bütünüyle açık değildir çünkü Kant, böyle bir bilginin bazı açılardan tecrübeye bağlı olabilmesini mümkün görmektedir. Kant’a göre, değişim kavramı tecrübeden elde edilmesine rağmen, a priori olarak her değişimin bir sebebi olduğunu biliriz. Fakat o, böyle bir bilginin hangi açıdan tecrübeden bağımsız olması gerektiği hakkında açık değildir.Kant, a priori bilgi kavramının tam olarak ifade edilmiş bir analizini sunmadığı için, bazı bilgilerin kendi analizindeki koşulları yerine getirdiğini göstermek suretiyle, onun varolduğunu doğrudan savunabilir pozisyonda değildir. Bunun yerine o, ikinci soruya a priori bilginin kriterlerini araştırarak dolaylı bir şekilde yaklaşmaktadır. Kriterler, a priori bilgi için, kavramın analizine dâhil olmayan yeterli koşulları sağlamaktadır. Kant, birbirinden ayrılamayacağını iddia ettiği böyle iki kriter sunmaktadır.zorunluluk ve katı evrensellik .Kant’ın a priori ile ilgili başlıca argümanları ilkine[zorunluluk dayanmaktadır. Kant matematiksel önermelerin zorunlu olmalarından ve bizim bazı matematiksel önermeleri bilmemizden, a priori bilgiye sahip olduğumuz sonucunun çıktığını öne sürmektedir. Kant’ın, zorunluluğun, a priorinin bir kriteri olduğu iddiası, onu, a priori ve zorunlu arasındaki ilişki hakkında aşağıdaki tezi kabul etmeye zorlamıştır: Zorunlu önermelere dair tüm bilgiler a prioridir.O, aynı zamanda A priori olarak bilinen tüm önermeler zorunludur önermesin tasdik ediyor görünmektedir.Kant çoğunlukla a priori ve zorunlu kategorilerinin kapsamının aynı olduğunu söyleyen biri olarak resmedilse de önermenin birleşimi bunitelemeyi desteklememektedir, çünkü bu birleşim, tüm zorunlu önermelerin a priori olarak bilinmesini veya bilinebilir olmasını gerektirmemektedir. Kant, “Tüm A’lar B’dir” formundaki bütün önermelerin ya analitik ya da sentetik olduğunu öne sürmektedir: Yüklem konuda içeriliyorsa analitik, yüklem konuda içerilmiyorsa sentetiktir. Bu ayrımı öne sürmektedir.

Materyalist epistemoloji ve spekülatif felsefeler 

Marx ontolojik açıdan temelde realist düşünceyi savunmaktadır. Bu savunu, iki düzeyde gerçekleşir İlk olarak, nesnelerin gerçekliğini, bağımsızlığını, dışsallığını işaret eden yalın ve gündelik manasıyla kabul edilen realizmdir; Marx bu tip realist düşünceden hiçbir zaman kuşku duymamıştır. İkinci olarak ise düşüncenin, nesnelerin oluşturduğu olgulara indirgenemeyen gerçek yapılar olduğunu belirten bilimsel realizmdir. Bu biçimselliğe bağlanma, Marx için ancak kapitalist üretim tarzını incelediği, toplumsal ekonomi ve tarihsel üretici güçler üzerine yaptığı şümullü ve derinlemesine araştırmalarından sonra gerçekleşmiştir. Bu araştırmalardan biri olan Alman İdeolojisi’nde (2004) Marx, ontolojik olarak realiteden ideaya doğru gidişin yönünü tayin eder: Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır. Birinci durumda, “sanki canlı bir bireymiş gibi bilinçten yola çıkılmaktadır; gerçek yaşama tekabül eden ikinci durumda ise, gerçek yaşayan bireyin kendisinden yola çıkılır ve bilince de o bireyin bilinci olarak bakılır.Marx’ın bilimsel realizminin, “tarihsel materyalizm” ve “sınıf ” kavramları bağlamında somutlaştığı görülmektedir. Tarihsel materyalizm ya da Marx’ın kullandığı haliyle “materyalist tarih anlayışı(tarih bilimi)”, gerçek, görünen üretim sürecinin, yaşamı, dolaysız maddi üretiminden başlayarak açıklama ve bu üretim biçimine bağlı olarak işleyen ve onun aracılığıyla yaratılmış karşılıklı ilişki şekillerinin bu temelde oluştuğunu anlama şeklidir (Marx ve Engels, 2004:6769). Üretim biçimlerine dayanan ilişkilerin, tarihin farklı zamanlarındaki toplumların temeli olarak görülmesi, bu biçimlerin yarattığı bilinç, din, felsefe ve etik gibi oluşumların kökenlerinin ve ilerlemelerinin açıklanmasıdır. Bu ise fotoğrafı bir bütün olarak ele almayı gerektirir. Materyalist tarih, karşısına konuşlanan idealist tarih anlayışı gibi pratik olanı fikirlere göre açıklamaz. Aksine tarihin somut ve gerçek zemininden hareketle, meydana gelen fikirleri, maddi pratik düzleminde marxın bu realizmi Kant ile özdeştir.marx da kant gibi dünyanın deneyimi bilgisel aşamayı aşan durumda metafizikten kaçınıp epistemolojik realizmde kalmıştır.Marx kantçı anlamda epistemolojik bir realizm öne sürmüş incelenen nesnenin kapitalist toplumsal formasyonun bilinçten ve özneden bağımsız olması ilkesidir.Marx, doğa yasalarıyla insanlık yasalarını birbirinden ayırt ettiği halde, çalışmalarının bilimselliğini vurgularken, Newton’un evrenin yasalarından bahsetmiştir aynı şekilde Kant'a bahsetmiş ve Newtonun Teolojik yanını eleştirmiştir. tarihsel gelişim yasalarından, değişimin yasalarından veya birleşik emeğin, basit emeğe indirgenmesini düzenleyen yasalardan (Marx, 1979:50) argüman geliştirir. Toplumu incelerken epistemolojik payanda olarak metafizik gibi nedensel açıklama biçimlerini reddederek görünen maddi olguların gerçek bilgiye ulaşma biçimlerine işaret eder. Alt yapının üst yapıyı belirlediği, toplum içindeki üretim tarzının yaşam şeklini yönlendirdiği, fakat üst yapının da alt yapıyı etkilediği argümanı, tekrar eden yasa dinamizmi taşımaktadır. Tarihsel süreç içinde birbirini takip eden devirler, üretici güçlerin gelişmesi veya teknolojik ilerleme ve sınıf ilişkilerini oluşturan toplumsal iş bölümünün karakterine bağlıdır.Marxın Kant ile bazı görüşleri özdeş olsa da Kant fenomolojik spekülasyonda kalmıştır.Marxın tek yöntemi vardır o da materyalizmdir. Diyalektik materyalizme göre, düşünce ve varlık aynı olmadıkları gibi ayrı da değildirler. Düşünce ve varlık bir bütünün parçasıdırlar fakat diyalektik materyalizmde; “pratik, fikirlere göre açıklanmaz, fikirlerin oluşumu maddi pratiklere göre açıklanır.” Bununla birlikte, diyalektik materyalizmde somut gerçekliğin düşünceye dolaysız olarak yansıdığı fikri de kabul görmez.Görünüm ile özün aynı olması halinde zaten gereksiz hale gelecek olan bilimin (bu eleştiri pozitivist kuramları da kapsar temel amacı, düşünce ile varlık arasındaki koşullandırma ilişkisini bulmaktır. Bu bağlamda, insanlar gerçekliğe ilişkin fikirleri kavramlarla ifade etmekle birlikte, Hegel’in savunduğunun aksine kavramlar gerçekliğin kendileri de değildirler.Hegelcilere göre, insanlar gerçeklerin tersyüz olarak algılamaması için Fikirlere (ideoloji) üç şekilde başkaldırılmalıdır: “insanlara yanılsamaları değiştirip, yerine insanın özüne uygun düşen düşüncelere koymayı öğretmek; insanlara yanılsamalar karşı eleştirici bir tutum almayı öğretmek; insanlara yanılsamaları kafalarından atmalarını öğretmek.” Oysa Marx ve Engels’e göre eleştiri kavramların eleştirisi, bilgi-iktidar ilişkisi gibi, bilimin gereklerinden bir olmakla birlikte, kavramları mümkün kılan mevcut maddi varlığa-ontolojiye ilişkin koşullar (üretim biçimi, mülkiyetilişkileri, toplumsal, tarihsel koşullar hakkında olmalıdır. Zaten kavramlar ile gerçekliğin evrimi birebir paralel gitmemektedir. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran egemen sınıf, düşünsel üretim araçlarını da elinde tutmaktadır. Dolayısıyla, maddi ilişkileri koşullandırmasıyla ortaya çıkan fikirler ve kavramları değişmez ve evrensel olarak göstermek ve ortak çıkar olarak sunmak üretim ilişkilerinin istenilen şekilde devam etmesini isteyen egemen sınıfın amaçlarındandır. Bu nedenle, bilimsel eleştirinin amacı, “teorik laf ebeliği yaparak varlığı görüntüden, nedeni sonuçtan ayırmak Değil, “görüntülerin arkasındaki gerçek ilişkileri”ortaya çıkartmak ve değişimin ancak koşullarındeğişimi ile Gerçekleşeceğini göstermektir. Marx’a göre, amaç, filozofların yaptığı gibi dünyayı farklı şekillerde Yorumlamak değil, onu değiştirmek olmalıdır.Diyalektik yaklaşım öncesinde bilgi üretiminde öne çıkan öznel idealizmin temel iddiası, zamanın ve mekânın koşullandırmasından muaf olan öznenin gerçekliğin bilgisine doğuştan gelen zihinsel sezgisi-bilinciyle ile ulaştığı ve ortaya çıkan bilginin toplumsal bir varlığı olmayan bireyin göreli ahlakı ve aklına uygun olarak parçalı, durağan ve çok sayıda hakikatten oluşmasıdır. Aynı dönemde aampiristlerin iddiası ise, bilginin kaynağının salt varlığın kendisi olduğu ve bilginin maddenin dolaysız yansıyan görüntüsünden duyular aracılığıyla deneylerle elde edilebilmesidir. Bu bağlamda, ampiristlere göre gerçeklik “an” içinde rastlantısal olarak kurulan parçaların toplamıdır. İdealist ve ampiristlerin yanı sıra her iki yaklaşımın da sentezini yapan Berkeley ve Kant bilinemezcilik gibi düşünürler de bu dönemde etkili olmuş fakat her iki paradigmanın sınırlılıkları içinde kalmışlardır. bilgiyi özneye ne kadar deneyim üstüde dese onun ilkelerine yorumlayıcı bilgisine indirgemesi kantla marxın çelişen noktasıdır.Verili bilgi yoktur bilgi inşa edilir üretilir bir uygulama sonucu diyerek de Marx bilimin bir sosyal etkinlik olduğu üzerine vurgulamaktadır . kant'ın Bilginin tümel olmasını a prori kategorilere bağlaması da marx'a göre yanlıştır.

Kant'ın devlet felsefesi/ödev Ahlakı/Kant'ın yabancılaşması/erken dönem Marx.

Kant'a göre mülkiyetin beraberinde getirdiği devlet kavramı ile de kamu hukukunun gerekliliği ortaya çıkmaktadır.Kant’ta ahlaka dayalı toplumsal birliktelik şekli, onun terimiyle ahlaki topluluk, özgürlüğe müdahale etme riski taşıması sebebiyle vicdanî bağ ile sınırlandırılmışken, hukuk topluluğu olarak bütün insanlığı birey statüsünde kapsayan kurallar, dünya vatandaşlığı hukuku ile sınırlı tutulmuştur. Milletlerin farklılıkları, bütün insanların ortak hayatını düzenleyen hukuk kurallarını belirlemeyi zorlaştırdığından, Kant’ın dünya vatandaşlığı hukukunu, bir yönüyle bireyin farklı devletlere ve bölgelere seyahat etme özgürlüğünün kurallarıyla sınırlandırdığı görülür. Dünya vatandaşlığı hakkı genel misafirperverlik şartları çerçevesinde ele alınırken (Kant, XI, 213), uluslararası hukukun temel aktörlerio olarak bireyler değil, devletler kabul edilerek, tek bir merkezî siyasî mercinin bulunduğu dünya cumhuriyeti yerine, egemen ve bağımsız devletlerden oluşan milletler birliği düşüncesi benimsenmiştir. Bu yüzden Kant’ın dünya vatandaşlığı hukuku önerisi, “barışı bir dünya devletinden değil, bilakis cumhuriyetçi devletlerin dâhili yapısından ummaktadır” Ayrıca Kant’a göre muhtemel despotik uygulamaları yüzünden dünya cumhuriyeti tercih edilir değildir.Kant’a göre, devletler ya da devlet topraklarının bir kısmı bir meta gibi bir başka devlet tarafından satın alınmamalı, değiş-tokuş yapılmamalı veya hediye edilmemelidir (Kant, XI, 196). Uzun yüzyıllar monarşilerin hâkim olduğu Avrupa’nın siyasî yapısı ele alındığında, bundan Kant’ın kralların devleti kendi mülkleri olarak görmelerini eleştirdiği anlaşılır. Toplumsal sözleşme düşüncesine uygun olarak Kant, devletin bir mülk olmadığını savunur. Zira ona göre devlet, hukuk kuralları altında yaşayan bir grup insandan müteşekkil bir birliktir (Kant, VIII,431) Burada insan kavramının kullanılması önemlidir, çünkü insanlar özgür olmak özelliği bakımından tebaa değildirler. Kendi kararlarını kendileri almak konusunda ehliyet sahibi reşit kişilerdir. İnsanlar bir toplumsal sözleşmeye taraf olarak devletin kuruluşunu onamışlardır. Böylece kendileri de, yani teker teker her birey de, bu devlet organizmasının bir parçası olmuştur. Dolayısıyla devleti kuranlar ve oluşturanlar, sözleşmeye taraf olan herkestir. Buyüzden devletin kendisi, toplumsal sözleşmeyle kurulan topluluğun entite kazanmış hâlidir.Kant'a göre birey kamusal olduğunda özgürdür.Kant'a Ahlaki bütünlük hasara uğradıkça yabancılaşma derinleşmekte, insanın belli bir fikre bağlanması ya da uzun süre duygusal bütünlükle hareket etmesi imkânsız hale gelmektedir.Bu kişiler tüm hırsları ve güç kazanma telaşları içinde bile derin bir keder ve acı içindedirler. Çünkü ahlaki parçalanma derinleştikçe insanın kendine bakacak cesareti kalmamakta, kendine güveni olmadığı için güç dengelerine göre biçim almayı tercih etmektedir.saygısını yitirmesine neden olmaktadır. İnsan günlük yaşamın koşturmacası içinde kendi benliğine ihanet edişini farklı arayışlarla kendine unutturmaya çalışsa da bu insanın bilinçaltına işler. İnsan bundan ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsınkendi doğasına karşı bir suç işlediğinin farkındadır. İnsanın kendine ve içindeki insanlık itibarına her ihaneti bilinçaltında bir iz bırakır, kendini gerçekleştirmesi ise onu mutlu eder ve kendini değerli görmesini sağlar. Dolayısıyla yaşam içinde insanlık itibarını seçmek ile buna ihanet etmek arasında gidip gelen insanın yaptığı her eylem ya kendisine saygıd ya da kendini aşağı görmesine neden Kant'ın yabancılaşmasına göre Umutsuzluk çözümlenmemiş çatışmaların nihais  bu duygunun en derininde kişinin kendi içinde bölünmüş olmaktan ve hiçbirzaman içten olamamaktan duyduğu keder vardır. Temeldeki duygu, kişinin tıpkı ağadolanmış bir kuş gibi hiç kurtulma olanağı göremediği bir çatışmalar ağına düşmüş olmasıdır. En tepedeyse kişinin tüm çözüm girişimleri bulunur; bu girişimler başarısızlığauğramakla kalmaz, aynı zamanda kişinin giderek kendinden yabancılaşmasına da neden olur. Kant'ın yabancılaşma teorisi idealist Marx ile benzemektedir.Fakat Marx kendi bilimini oluşturmuş ve insan doğa felsefesinde ki bu görüşlerini terk etmiş.Epistemolojik kopuntu yaşamıştır.

Yorumlar

  1. Çok güzel gönderi olmuş lakin ben eğitimin subjektif ideleri yazısına bakacaktım onu maalesef bulamadım nerde acaba

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

👉 popüler yayınlar