Schopenhauer ve Nietzsche arasında Hermann Hesse'nin Bozkırkurdu



Yazar: Eren Karaoğlu

Bu yazı ile birlikte ''Schopenhauer ve Nietzsche'' serisini başlatacağım. Bu açıklama, diziler biçiminde olacaktır. Buradaki yazı, ileride oluşacak olan yazı dizilerinin başlangıcıdır. Temel olarak, bu yazıda Hermann Hesse konuk olmuştur, bu konuk olma yazının belirleyici düzeneğidir. H. Hesse'nin, Bozkırkurdu eseri, Schopenhauer ve Nietzsche'nin temel felsefe sorunlarını işlediği bir eserdir. Nietzsche'nin Müziğin Tininden Tragedya'nın Doğuşu ve Schopenhauer'ın İsteme ve Tasarım Olarak Dünya adlı eserleri üzerinden bu yazıda bazı konular işlenmiştir. Bu yazıda, ön planda olan Schopenhauer olacaktır, ikinci yazıda da Nietzsche'nin etkisini belirteceğim.

Schopenhaeuer temel kitabında, İsteme ve Tasarımı işler. İsteme, idea ve a priori bir düzenektir, Tasarım ise tam anlamıyla istemenin tezahürüdür. İsteme zaman-mekanda görünen yani Tasarımların, nesnenin bağıl ve öncel varlığıdır. Platon'un ideaların kopyası olana tezahür eden fenomenler, Aristoteles'in ilineklerin öznesi ve Kant'ın tasarım bilgisinin anlama yetisindeki a priori kategorileridir. ''Nesnelerin kendileri gibi, nedensellik yasası da bir özneye bağlı olarak var olur, yani koşulludur. Bu nedenle nedensellik yasasını özneden hareketle a priori idrak edebileceğimiz gibi, nesneden hareketle de a posteriori idrak edebiliriz. İsteme bedenin a priori idrakidir ve beden ise istemenin a posterirori idrakidir.''(Schopenhauer, 2020: 196,198).

Temelde, Schopenhauer asıl olarak İstemeyi sorun haline getirir, bu denli sadece tezahür eden ve tasarımlarda kendini belli ettiren kuvvet, aslında etik olmayan bir halle öylesine hareket eder. İyi ve mükemmel töz olan Tanrı olarak gösterilen yaratıcı güç, yaratıcı tekamül gibi bir doğrultuda olan istemenin verilişi, burada son derecede Tanrının olmadığı, olamayacağı haliyle istençtir. Schopnhauer'da Tanrı istencin ötesinde olan transedent olandır, ona göre Kant'ın transendental haliyle bilenebilen isteme ve tasarım dünyası içinde insan, asla özgür değildir. Nietzsche'nin ilk dönem eserindeki temel meselede buradan başlar, Nietzsche'nin yorumu keskindir. İstemenin görünüş sanatları olan gücü isteyen, güzelliğin sabit haline bürünen estetik hazzın karşısında kendini tatmin eden Apolloncu sanat, kör istencin devamıdır. Bunun karşısında olan Dionysosçu sanat, bireyselleşme ilkesinin parçalandığı yani Apolloncu olanın karşısında duran onu görünüş sanatlarının birer istencin görüntüsü, kopyası ve tasarımı olduğunu belirtir. Nietzsche, bu temel eserinde ayrımı yoluyla Apolloncu-Dionysosçu sanatın, Trajediyi meydana getirdiğini bu yolla aslında müzik ve trajediyi ön plana çıkarır. Hatta Dionysosçu müzikten doğan Trajedi'nin varlığını, istencin daha da olumsuzlandığı durum meydana getirdiğini aktarır. 

Nietzsche'nin erken dönem eserlerinden olan Müziğin Tininden Tragedyanın Doğuşu adlı eseri, onun ileri dönemde yazdığı eserlerin bir mihenk taşıdır. Tragedya bu denli tesiri, Nietzsche'nin felsefesinde,  Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabındaki yeni insan, üst insan dediği çocuk tininin Dionysos yönü görülür. Tragedya, tam anlamıyla Dionysos kökenlidir, Tragedya'nın anlatımının ve öneminin etkisinin kaynağı Schopenhauer'dan kaynaklıdır. Nietzsche önemli bir perspektifini oluşturan Schopenhauer'ın felsefesini kısaca açıklamak gereklidir. Stoacı erdem, istencin meydana getirdiği mutluluk ve haz durumunu açıklamıştır, erdem bilgisinin edilmesi yoluyla insan istenç derecesini kontrol edebilir bu sayede irade sahibi varlığa dönüşebilir. Kantçı sistem en genel anlamıyla a priori kategorik imperativlere bağlı olarak gelişen, özgürlük, iyilik ve erdem gibi kavramların tezahürü amacıyla ödeve uygun olarak tezahür edilmesini zaman-mekanda meydana getirmelidir. Kantçı sistem, kozmopolitlik görevini üstlenerek, dinsel uygulamanın ve İngiliz kaynaklı sonuca yönelik pratik yönünün eksikliğini dile getirir. Schopenhauer temel meselenin tam anlamıyla kökeninde, İstenç olduğunu belirtir. ''Schopenhauer'de ide olarak insan ikili bir varlıktır. Bu ikilik, Schopenhauer'in onu dile getirdiği şekilde ilk bakışta gnosiolojik bir ikilik gibi görünürse de, aslında bir varlık ikiliğidir: zamanla mekan ve nedenselliğinin bağları içinde bulanan kişi hür değildir; bilgisi hep istemeye hizmet eder ve şeylerle insanları ancak nedensel bağları içinde görür; her şey kendisine göre , kendisiyle olan ilgisi bakımından mana ve değer kazanır; bundan dolayı, yapıp ettiklerini motifler tayin eder ve kayıtsız şartsız bütün yapıp ettiklerinin temelinde egoism vardır. Bu bütün yapıp ettikleriyle insan, etik değerden yoksundur. Zamanla mekan ve kausalitenin bağları dışında bulunan insansa, kişiliğini silen, istemesini kıran insan, hür insan bu insanın bilgisi, istemesini emrine alırdır; ve o, tek şeyde ideyi -kişilerde insanı - görür; şeyler, insanlar ve durumlar bu insan için motif olmaktan çıkar ve bütün yapıp ettikleri hak duygusuna dayanır; bu insan da dünyayla birdir, ide olarak dünyanın gözü ve taşıyıcısıdır; ancak böyle bir insanın yapıp ettiklerinin moral değeri vardır.'' (Kuçuradi, 1968 :15). 

İstenç, sadece bizi yönlendirir, kendisini tezahür ettirmek bizi kullanır, kullanılan şey ise zaman-mekanda yeterli temel ilkeye tabi olan bedendir, Schopenhauer buna bazı yerlerde dolaysız nesne demektedir. Schopenhauer'da yönelmek, hareket etmek ve eyleme geçmenin arka planında beden bulunur, Schopenhauer Bedeni felsefe tarihinde resmen ön plana çıkartır. Beden yoluyla edinilen tepki, davranış, zaman-mekanda konumlanan diğer nesnelerin etkisi sonucunda, idrak ve akıl yürütme yaparız. A priori olarak istenç bir ideadır, tezahür etmesi için ona cisim gerekli, bu bedendir. Descartes'ten itibaren başlayan zihin-beden probleminde, bedeni hareket veren mutlak olan şey, ruhtur; bunun varlığı Tanrı tarafından verilmiştir bu bir candır. Schopenhauer, tümel-tikel içinde gelişen, Descartesçi anlamda ruhun varlığın tanımını tam anlamıyla istenç dediğimiz, idea-asli unsura yerleştirir. Kant'ın Transendental Diyalektik bölümünde bahsettiği üzere a priori yargıların temelini oluşturan bu dogmatik anlayış yoluyla unsur ve kavramları saf akılla bilmek imkansızdır. Çünkü ancak, transendental bir yolla anlama yetisinin empirizm ve saf aklın sentetik birliğiyle bilinir. Schopenhauer, işte bizim sadece akıl yoluyla bilemeyeceğimiz İstenci, Kant'ın formülüyle anlamıştır, ve artık istencin insanda nasıl a postrerori olarak ortaya çıkan beden ile birlikte tezahür ettiğini tam anlamıyla bize anlatır, işte bu yüzden Büyük Kant diye hitap eder.

Buraya kadar, Schopenhauer istemenin fizik biliminde, diğer doğa bilimlerinin açıkladığı şeklini önümüze serer. Yeter Temel İlkede temeldeki yasanın nesnelerin durumunu belirttiğini açıklar, -buna beden de dahil- biyolojik, kimyasal ve fizik bağlarının kurulumunun morfoloji, etiyoloji diğer doğa bilimlerinin yoluyla açıklandığı görülür. Yani anlayacağınız korkunç karadelikler, kalbin çalışması, hücrelerin yenilenmesi bir istemeden gelir, bu isteme burada cisimleşir, isteme karadelik olur, isteme hücre olur,  isteme kalbe sahip olur. Anlayacağınız, isteme tezahür ederken zaman-mekanda kalıba, şekle ve ağırlık-uzunluğa dönüşür. Bir önceki metinde, ruhu öncel bir etkinlik içinde gören biliş, bilinç düzeyinde var olmanın asla bedenle değil sadece, rex cogitans olduğunu belirten, bilme düzeyinin nedensellik içinde gelişmesi süreci Descartes tarafından formüle edildiğini söylemiştik. Düşünmeyi kartezyen matematiksal yöntemini idrak etkinliğinde doğrudan ve bilinçli etkinlikle sunduğum takdirde varım diyebilirim. Meşhur, düşünüyorum öyleyse varım; açık ve seçik bilgi düzeyi Descartes'te ancak, dualist temelli ilkeden hareketle kurulur. Schopenhauer, Kant'tan anladığı şekliyle ve Kant'ı da aşarak aslında karakteri, kişiliği ve kendinden emin olan insanı, bedeni olmaksızın asla düşünme istencine giremeyeceğini aktarır, beden her şeyi tetikleyen ve güdüleyendir. Descartes, mistik olmadığına göre ve en azından sezgi yoluyla Tanrı tözüne ulaşmadan uzak olduğunda, açık ve seçik temelli düşüncenin kurulumunu yöntemini nedensellik üzerinden kurması Schopenhauer'e göre istencin tezahürüdür. Bilinçli olmak, karakteri ve kişiliği meydana getirmek, bunların hepsi istencin bir faaliyeti ve beden yoluyla istencin tezahür etmesidir. Beden, zaman-mekandaki kurulumdur, bundan dolayı dünya öznenin tasarımdır, keza istençte burada tezahür eder.

Buraya kadar, aslında varlığı ve şeylerin toplamını, istence indirgeyen Schopenhauer'ı aktarmış olduk. Asıl hikaye, buradan sonra. Schopenhauer, istenç tarafından tasarımların ortaya çıkması (shining) yani istencin nesneleştiği zaman-mekandaki nedensellik zinciri içinde olduğunu söyler.  Kör istencin açıklamsından sonra, Schopenhauer istençlerden nasıl kurtulmamız gerektiğini sorunsallaştırır. Zira, istenç kördür, istencin etik amacı olamaz, istencin amacı sadece yaşamak, güç ve genişlemekten ibarettir. İstenç, bir canavardır. Bu haliyle, İstenç etkisiyle yapılan eylem, davranış ve yönelmede insan asla özgür olamaz. Schopenhauer istencin ne olduğu, nasıl tezahür ettiğini ve istencin etkisindeki nedensellikle çalışan tasarım dünyasında asla bir moralitat'ın olamayacağını da açıklamıştır. İsteme ve Tasarım Olarak Dünya adlı eserinin, İstencin Olumsuzlanması bölümünden önce, kendisini bir karamsarlığa götürür. Bu karamsarlık, istencin olumsuzlanması bölümüne kadar okuyucuyu da bir çözümsüzlüğün ve bedbaht olmuş olmanın içerisinde tutar. Bu döngünün içinde, mutsuzluk hat safhaya çıkar, kişi resmen kendini, etrafını çevreleyen tasarım dünyasına tek düze şekilde bakar. Artık onun için istenç, ister evrendeki Karadelik olsun, ister bir kedinin yemek yemesi olsun isterse de cinsel haz içindeki deneyimleri olsun, artık kişi kendini, dolaysız nesne olan bedenini ve etrafındaki nesneleri aynı düzlemde isteme derecesi farklı olsun aynı anlamda görür. Derin, nihilizm buraya kadar Schopenhauer'de görülür. Şimdi metni, buraya kadar okuyan bazı okuyucular kulaktan doğma bilgilerle utanmadan her yerde -sert çıkıyorum bu kişilere, ve onlar ki Schopnehauer'ı anlayamazlar- sürekli şunu söylerler: SCHOPENHAUER, KARAMSAR BİR FİLOZOF! Hadi oradan! -bir iç sesle söylerim-. 

Schopenahauer'ın nihilizmi ve karamsarlığı, kitabının ileri bölümünde yer alan, istencin hayırlanması ya da olumsuzlanması bölümünden itibaren ortadan kalkmaya başladığını görürüz. İstencin etkisi içinde kalan kişi buradan itibaren, nihilist duruşunu bırakmaya başlar ve karamsarlık etrafında dünyayı siyah-beyaz sıradanlaştırıcı deneyimlerini de terk etmeye koyulur. Sahici okuyucu, şunu sorar nasıl? nasıl bir bırakma ve terk etme önerisi vardır? Schopenhauer buraya kadar yine biraz da dolambaçlı şekilde, okuyucuyu öyle hemen nihilist ve karamsar olmaktan çıkarmaz. Burada, tam da burada bir boşluk olur. Bu boşluk, bir ara dönem gibidir, adeta bir Araf'ta olmak ve yaşamak gibidir. Şimdi, bu Araf'ta kalmayı edebiyat eserlerinden yararlanarak anlatacağım.

Hermann Hesse'yi bilmeyen yoktur, özellikle de iki temel eseri olan Bozkırkurdu ve Siddharta. Bu iki temel eserin yanında, Doğu Yolculuğu adlı eseri de önemlidir. İki temel eser, Schopenhauer'ın İsteme ve Tasarım Olarak Dünya eserinin, edebiyattaki versiyonudur, sadece bununla kalmayan aynı zamanda resmen Schopenhauercı anlamda düşünmeye doğru yönelten bir eser bakımından da kilit bir rol oynar. Bu yazıda, Hesse'nin Bozkırkurdu adlı eserine odaklandım. Bu eserinde, Harry Haller adlı bir baş karakteri bulunur, ilk olarak tematik bir girişte yüzeysel anlamda Haller'in durumu, geçmişi ve ilgi alanları anlatılır. Haller, felsefe uzmanı, teorisyen ve edebiyat tarihçisi-uzmanıdır. Haller'in başka bir durumu ise yaşantısı öne çıkar. İlgi alanları, yaşantısının adeta dümeni, alametifarikasıdır; edebiyatçı, akla önem veren planlı ve programlı akla dayalı yaşayan birisidir. Bunun gibi bir karakter, zincirleme olarak bu yönüyle kurduğu hayat düzeneğinde, edebiyat-felsefe, teorisyen kimliğini bir tarafta tuttuğu zaman derin bir boşlukta olur, yani anlayacağınız Haller aslında disiplinli, dakik, akla uygun hareket eden birisidir. Her şeyin bir vebali vardır, böylesine bir hayat yaşayan bir kişi aynı Hallervari şekliyle münzevi ve içine kapanıksa işte bu son derecede onu etkileyen cezanın vebali olarak tezahür eder. Haller, aslında sürekli tekrar ve döngü içinde kalmanın acısını çeker, sürekli azap ve mutsuzluk içindedir. Böyle bir durumda olmasının nedenini, asla kendinde görmez; durumunun aslında bir varoluş acısına dönüştüğünü dile getirmez ve kendinin bu kadar kurallı yaşantısındaki zorlamalarının olduğunu da görmez. Anlayacağınız, hep aynı yaşantıda gelişen deneyimler artık aynılaşmıştır. Hesse, kitabın ileri bölümünde Haller'in değişik mekan, kişiler ve deneyimler içerisine sokar. Artık buradan sonra, Haller kendinin refleksiyonunu ötekinin varlığıyla yapar, ilk defa başka bir içki içmek için farklı bir mekana gider, farklı müzik dinler. Müzik burada ön plandadır, müziği eserinde karaktere vurucu bir benlik çatışması sağlayan etkinliğin nedeninde, Hermann Hesse'nin Nietzsche'nin Tragedyanın Doğuşunun direkt ve dolaysız etkisi vardır, bir başka etkilenme ise Schopenhauer'dır. Bunun nedenini yazıda açıklayacağım, lütfen sabır ediniz, sevgili okuyucu! Hesse'den alıntı, Bay Haller'in değişiminin ilk belirtisi, Haller şöyle diyor:

Haydn'ın bir düeti söylenirken ansızın gözlerim yaşararak konserin sonunu bekleyememiş, şarkıcı dostumla yeniden buluşmayı gözden çıkarıp (ah, bir vakit böyle konserlerin ardından sanatçı dostlarımla ne çok şahane akşam geçirmiştim!), katedralden sessiz sedasız çıkıp gitmiş, gece vakti kentin sokaklarında yorgun düşene kadar dolaşıp durmuş, yer yer restoran pencerelerinin ardında caz topluluklarının şimdiki yaşamımın ezgilerini çaldığını işitmiştim. Tanrım, yaşamım nasıl da bulanık bir yanlışlıklar komedisine dönüşmüştü!

Mekansal farklılığın yeni insanlarını egzotik ve uzak; çekindiği olgulardan kurtulur. Ötekinin varlığıyla, dünyayı hep aynı şekilde tasarım eden ve zihninde aynı imgeleri koyan birisi artık eskimiştir, Haller artık eski Haller değildir. Buradan sonra, artık Haller, Eros'un yani aşkın benliği nasıl deldiğini artık onu nasıl öldürdüğünü görür, farklı mekan, farklı insanlar ve başka bir müzik dinletisini keşfetmiştir. Ötekinin varlığı der Hegel, tekilliğin içinde kalan bireyin kendi sınırlarını gösterecek deneyim sağlar, demektedir. Chul Han, Eros'un Istırabı adlı kitabında ötekinin varlığına yönelen birisinin kendisinin ötekinin varlığı sayesinde benliğinin kabuk değiştirdiğini anlatır. 

Biz yeniden, Hesse-Bozkırkurdu-Haller konusuna dönelim. Haller artık farklı bir insana dönüşür, bundan ilk defa şu şekilde bahseder:

Kimi anlarda Eski ve Yeni, haz ve elem, korku ve sevinç pek tuhaf şekilde birbirine karışmış olarak karşıma çıkıyordu. Bazen cennette hissediyordum kendimi, bazen cehennemde, çokluk da aynı anda her ikisinde. Eski Harry ile yenisi kimi vakit amansız bir kavgaya tutuşuyor, kimi vakit de güzel güzel geçinip gidiyorlardı. Bazen eski Harry kesinlikle ölmüş görünüyordu, ölmüş ve gömülmüş; derken ansızın yine dirilip kalkıyordu ayağa, buyruklar yağdırıp ortalığı kasıp kavuruyor, her şeyi yenisinden daha iyi bilen biri olup çıkıyordu; yeni, küçük ve genç Harry ise utanıyor, susup sesini çıkarmayarak bir köşeye büzülüyordu. Öyle saatler de oluyordu ki, genç Harry bu kez eskisinin boğazına sarılıyor, var gücüyle sıkıyor gırtlağını, pek çok inleyip sızlanma, pek çok can çekişme, pek çok ustura düşüncesi sahnede boy gösteriyordu.

İtiraflar, insanın kendi iç sesidir, en büyük kötülük insanın kendine yaptığı bir eylemse keza itiraflar da insanın sahici ve sert bir şekilde oluşan hakikatinin ortaya çıkmasıdır. İlk itirafta, Hallerin değişimindeki mekansal atlatmasını ve bu ikinci itirafla birlikte mekansal değişimin tecrübesinin zihindeki izlenim ve düşüncesine nasıl etki ettiğini görüyoruz. Bir çatışma, bir düşünce zinciri oluşmaktadır.

Haller, artık tam anlamıyla kendisinin önceki yaşamında, yani ulvi gösterimleri, düzenli hayatı ve her şeyi kendi hayatında sınırlamış benliğini sorgulamaya başlar. Eski Haller tam anlamıyla mutsuz, ıstırap dolu birisiydi artık düpedüz köhnemekte olan paslanan işe yaramaz bir nihilist dolayısıyla sürekli özgürlük problemine takıntılı birisi olduğu Haller'in zamansal düşünce süreçleri içinde vardığı yargılardır. Hesse, buradan itibaren tam anlamıyla Schopenhauercı yönünü ortaya koyar. Karakter, kendi kişiliğini sorgular ve bir refleksiyon yapar; bu düşünce zinciri içinde eski Haller'in dünyası tam anlamıyla tasarımlar içinde yetişen, parçalanan, hareket eden ve savrulan bir döngü içinde kalmışlığıyla, sürekli acı içinde kalmasının nihilizmi ve sürekli geçmişe övgüyle bahseden birisidir. Eserinde Hesse bu tipolojik karakterin sürekli zamansal açıdan keşkeler içinde kalan bir benliğin tutsak edilişini anlatır. Böyle Buyurdu Bir Zerdüşt'te yer alana Kurtuluş Üzerine olan bölüm, Tutsaklık üzerinedir. Nietzsche tam da burada, kendini tutsak eden Haller'e uygun olan bir düşünceyi serimler, alıntısı şu şekilde:   

İstem – budur adı kurtarıcının ve haz verenin: bunu öğrettim size, dostlarım! Şimdi şunu da öğrenin: istemin kendisi de henüz bir tutsaktır. İstemek kurtarır: Peki, kurtarıcıyı da zincire vuranın adı nedir? ‘Böyleydi’: budur istemin diş gıcırtısı ve en ıssız kederi. Güçsüzdür o, yapılmış olanın karşısında – öfkeli bir seyircisidir tüm bir geçmişin. İstem geriye dönmek isteyemez; zamanın ve zamanın hırsının üstesinden gelememesi – budur istemin en çaresiz derdi. İstemek kurtarır: istem neler planlar, derdinden ve zindancının alayından kurtulsun diye? Ah, bir çılgına döner her tutsak! Çılgınca kurtarır kendini tutsak edilmiş istem de. Zamanın geriye akmayışına öfkelenir içten içe; ‘böyleydi’ – budur yuvarlayamayacağı taşın adı. Bu yüzden öfke ve hoşnutsuzluk taşlarını yuvarlar ve kendisi gibi öfke ve hoşnutsuzluk duymayanlardan intikam alır. Böylece, istem, o kurtarıcı, acı çektiren birine döner: ve acı çekebilen her şeyden geriye dönemeyişinin intikamını alır. nefrettir. Budur, bir tek budur işte intikam: istemin duyduğu zamana ve onun ‘böyleydi’sine karşı. Sahiden, büyük bir çılgınlık var istemimizde; ve bir lanet oldu tüm insanlar için bu çılgınlığın tini öğrenmesi! İntikam tini: Dostlarım, şimdiye dek insanların en iyi düşünüşüydü bu; ve acının olduğu yerde, her zaman ceza da bulunmalıydı. ‘Ceza’ adını verir intikam kendisine: vicdanı rahatmış gibi davranır, yalan sözlerle, ikiyüzlüce. Ve zaten isteyen kişi, geriye dönmeyi isteyemeyeceğinden acı çektiği için, – istemin kendisi ve yaşamın tümü – bir ceza olmalıdır!

Ancak dediğimiz gibi, artık Haller artık kendini tutsak eden, düşünce ve deneyim zincirlerinden kurtulmuştur, Nietzsche'den yapılan bu alıntıyla birlikte Schopenhauercı anlamda Haller'in itiraflarını da görebiliriz.

Bu görüntülerin -kimi isimli, kimi isimsiz yüzlerce vardı hepsi karşımdaydı yine; bu sevi gecesinin pınarından, genç ve taze, çıkıp gelmişlerdi; sefil durumda yaşarken uzun süre unuttuğum bir şeyi yeniden anımsadım: Yaşamım zenginlik ve değerini söz konusu görüntülerden alıyordu; dizi dizi sıralanışları yaşamımın söylencesini, yıldız gibi parlayışları varlığımın yok edilmez değerini oluşturan bu görüntüler yitip gitmeksizin varlıklarını sürdüreceklerdi. Yanlışlarla dolu, zahmetli ve mutsuz bir hayat yaşamıştım ve bu hayat beni vazgeçmelere, yadsımalara götürmüştü, tüm insanların yazgısal burukluğunu içeriyordu, ama zengin bir yaşamdı, mağrur ve zengin, sefalet içinde bile krallara layık. Yıkılıp gidene kadar yürüyeceğim kısa yolda isterse baştan aşağı içler acısı şekilde harcanıp gitsin, soylu bir çekirdeği vardı bu yaşamın, ayrıca soylu bir yüzü vardı ve soylu bir ırktan geliyordu; birkaç kuruş paranın değil, yıldızların peşinde koşan bir yaşamdı.

İnsan nasıl özgür olabilir, istencin dışında kurulabilen bir aktarım mutluluk sağlayabilir mi? gibi soruların cevabı, Schopenhauer'da vardır. Bu yönüyle, Schopenhauer'ı sadece başkalarından dinleyen, yarım gözle okuyan kişiler, onun popüler olmasından etkilenir. Ardından, şu şekilde yapılan bir söylem dizisi peş peşe gelir: Schopenhauer, nihilisittir! Bunun gibi ve yukarıda yazdığım söylem dizilerinin tipleri aynıdır, arkasında açıklama temeli bulunmaz ve kritik yapabilecek premier metin-alt metinler okunmadan yapılan söylenen tümcelerdir. Schopenhauer, tıpkı alıntılarda görüldüğü üzer Haller'in nasıl süreç içinde değiştiğiyle paralel biçimde değişimine yönelik olarak istencin hayırlanması veya olumsuzlanmasını dile getirir. Müzik istencin daha genel haline, tasarım dünyasından da aşkın bir minvalde ortaya çıkar, bu yönüyle istenci bile aşan bir yönüyle müzik, tam anlamıyla istencin olumsuzlanmasını sağlar. Schopenhauer bunun hakkında şöyle der:

Müzik bütün diğer güzel sanatlardan tamamen ayrı durmaktadır. Müzikte idrak ettiğimiz, dünyanın özüne dair herhangi bir ideanın kopyası ya da tekrarı değildir. Bununla birlikte müzik, insanın en içlerine çok güçlü etkisi olan muazzam ve son derece şahane bir sanattır ve müzik, apaçıklığı algısal dünyanın kendisini bile aşan tamamen evrensel bir dil olarak, derinden ve mükemmel şeklinde anlaşılır. Müziğin estetik etkisi göz önüne alınırken ona dünyanın ve bizlerin en derinine işaret eden daha öz ve ciddi bir anlam atfetmelidir. Bu açıdan müziğin çözülebileceği rakamsal oranlar, gösterilenin kendisi değil, sadece gösteren veya işarettirler. (Daha da ileri bir şekilde müziği, tasarımlardan idealar arasında olan yönden daha ileri bir noktaya taşır, idealarda nesneleşen müzik artık idealara da ulaşır) İstemenin uygun nesneleşmesi Platonik idealardır. Diğer bütün sanatların amacı, bu ideaların idrakini tekil şeylerin sunumu ile uyandırmaktır; bu da ancak idrak eden eşlenik öznedeki dönüşüm ile mümkündür. Böylece bütün bu sanatlar, (Nietzschenin Apolloncu adını verdiği Görünüş -heykel, resim ve mimari gibi- sanatlarından bahsediyor) istemeyi sadece dolaylı olarak, olduğu haliyle yani idealar yoluyla nesneleştirirler. Dünyamız ise bireyselleşme ilkesine girmelerinin sonucu olarak çokluk içinde tezahüründen başka bir şey değildir. Dolayısıyla, müzik idealar dünyasını aştığından, tezahür eden dünyadan tamamen ayrı olup bu dünyadan tamamen ayrı olup bu dünyayı bütünüyle göz ardı eder; öyle ki dünya var olmasaydı bile bir dereceye dek var olabilirdi. Fakat tüm bunlar diğer sanatlar için söylenemez. Yani müzik, (istemeyi de aşacak bir şekilde demek istiyor) bütün istemenin dolaysız bir nesneleşmesi ve kopyasıdır; tıpkı dünyanın ta kendisi ve hatta çoklu tezahürleri tekil şeylerin dünyasını oluşturan idealar gibi. Dolayısıyla müzik asla diğer sanatlarda olduğu gibi. Dolayısıyla müzik asla diğer sanatlarda olduğu gibi ideaların kopyası değildir. Bilakis müzik, nesneleşmesi idealar olan istemenin ta kendisinin kopyasıdır. (Müzik, istemenin yerini alan istemenin yerini alabilecek şekilde onu kopyasıdır demek istiyor). İşte tam da bu nedenle müziğin etkisi, diğer sanatlara göre çok daha güçlü ve dakiktir. Zira diğer sanatlar gölgelerden bahsetmekteyken müzik özden bahsetmektedir. (Schopenhauer,2020:387-389).

Buraya kadar, Nietzsche'nin Müziğin Doğuşundan itibaren ön plana çıkardığı temel düşüncesinin önemini anlama yolumuz açılmıştır. Dahası, Hesse'nin eserindeki, Haller'in değişimlerini burada daha iyi anlayabileceğimiz bir pencere açılmış oldu. Sonraki süreçler dahilinde, Nietzsche ve müzik ilişkisinin kaynağı olan Schopenhauer'ın etkisini açıklayacağım. Burada şimdiki öncelik Haller'i açıklamak olacaktır. Haller'in değişiminin büyük nedeni olarak değişen müzik deneyimi, müziğin önemini fark etmesiyle başladığını belirtmiştik. Bu etki, roman karakterinden olan Pablo adında birisiyle kendisini belli eder, dikkat etmek gerekirse bu karakter müzisyendir. Pablo, her bir konuşmasında Schopenhauer gibi müziğin öneminden bahseder. Bir alıntıda bulunacak olursam:

Bu başka dünyanın gizli olduğu yeri, aradığınız dünyanın kendi ruhunuzun dünyası olduğunu biliyorsunuz çünkü. Özlemini çektiğiniz o gerçek, yalnızca kendinizde yaşıyor. Ben size kendi içinizde var olandan başka bir şey veremem, ruhunuzdakinden bir başka resim galerisini buyur edip çıkaramam önünüze. Size sunabileceğim tek şey, söz konusu adımı atmanız için bir fırsat, bir ilk vuruş, bir anahtardır. Kendi dünyanızı görebilmenize yardım edebilirim, o kadar.

Hesse'nin bu eseri, tam anlamıyla karakterin sonunda öngöremediği, bir Trajedidir. Schopenhauer'ın temel anlamıyla sunduğu şekliyle Maya'nın perdesinin ortadan kalkmasıdır. Bu şekliyle, Harry Haller bir anda farklı bir durumda yer alır, tasarımların ortadan kalkışı ve istemenin nasıl bir düzenek olduğunu görmüştür. Trajedi, Schopenhauer'ın bahsettiği anlamda, bütün ulviliğini kendisinin bilge sandığı erdemleri ve bilgi düzenekleri taşıdığı sandığı insanlardan birisi olan Harry Haller adlı karakterde belirli olmuştur.

Şimdiye kadar tesadüfen güçlü olduğum birkaç yetenek ve beceriye değer vermiş, bunlara dayanarak kafamda bir Harry imajı yaratmış, aslında çok iyi eğitilmiş edebiyat, müzik ve felsefe uzmanından başka bir şey olmayan Harry yaşamını yaşamıştım. Varlığımın geri kalan bölümüne, çeşitli yeteneklerden, güdülerden, eğilimlerden oluşup baş belası saydığım bütün karmaşaya Bozkırkurdu ismini yakıştırmıştım.

İlk kez üzerime çevirmişti ve ben rastlantıyı yeniden yazgı, enkaz yığınından farksız varlığımı yeniden tanrısal bir parça olarak benimsemiştim. Ruhum yeniden nefes alıp vermeye, gözlerim yeniden görmeye başlamıştı ve bazı anlar içimi yakıp kavuran bir sezgiyle anlamıştım ki, dağınık görüntüler dünyasını bir araya toplamam, Harry Haller'li Bozkırkurdu yaşamıma bir bütünlük kazandırmam yetecek, kendim de bu görüntüler dünyasından içeri ayak atıp ölümsüzlüğe kavuşacaktım. Her insanın yaşamına bir başlangıç ve bir deneme niteliğini kazandıran amaç değil miydi bu da?

Heraklitos ve Parmanides'in söyledikleri anlamda salınıp giden insan durağanlık ve hareket içinde istencin tasarımları içindedir. Durağanlığın belirttiği hareket, hareketin her bir görüntüsünün taşıdığı durağanlık. Harray Haller, kitabın sonunda bu duruma geçer. Hesse'nin bir eseri, Schopenhauer'a göz kırpar, onu kucaklar. 

Kaynakça

Kuçuradi, İ. (1968). Schopnhauer ve İnsan, Yankı Yayınları.

Schopenhauer, A. (2020) İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Çeviri: Onur Çalışkan, DoğuBatı Yayınları.

Hesse, H. Bozkırkurdu, Çeviri:Kamuran Şipal, YKY Yayınları.

 



Yorumlar

👉 popüler yayınlar