Kara Deliklerin Gerçeği ve Evrene Dair Birtakım Derlemeler

 

 


Kara Deliklerin Gerçeği ve Evrene Dair Birtakım Derlemeler

Önemli not: Yazıya başlamadan önce en kritik kısımlardan biri olan kara delik konusunun en son kısımda olduğunu belirtmek isterim. Yazımız önce evrenden başlayıp, evren hakkındaki incelemeler ve temel birkaç prensip üzerinde duracak akabinde kara deliklere gelecektir. Zira temelde kara delikleri anlayabilmemiz için içerisinde var oldukları evren hakkında biraz ön hazırlık yapmak iyi olacaktır. Herkese keyifli okumalar…

 

Evreni nasıl görüyoruz?

Günlerden bir gün ünlü bir bilimci gökbilimi üzerine söylev vermektedir. Dünyanın güneş etrafında nasıl döndüğünü, güneşin de galaksi denen uçsuz bucaksız yıldızlar etrafında nasıl devindiğini anlatır. Konuşmasının sonunda salonun en arkasında oturan ufak tefek yaşlı bir kadın ayağa kalkar ve <Bütün söyledikleriniz saçma sapan şeyler. Aslında, dünya dev bir kaplumbağanın sırtında bir tepsi gibi durmakta> der. Bilimci ise yüzünde esaslı bir gülümseme ile yanıtlar: <Peki ya kaplumbağa neyin üzerinde duruyor?>, <Sen çok akıllısın delikanlı, çok akıllı ama ondan aşağısı hep kaplumbağadan ibaret!>

Evreni sonu olmayan bir kaplumbağa kulesi biçiminde düşünmek çoğumuza oldukça saçma gelir, ama neye dayanarak daha doğrusunu bildiğimizi sanıyoruz? Evrene ilişkin ne biliyoruz ve nasıl biliyoruz? Evren nereden gelip nereye gidiyor? Evrenin bir başlangıcı var mıydı, var idiyse ondan önce ne oldu? Bu yanıtlar dünyanın güneşin etrafında dönmesi kadar açık ya da belki kaplumbağalar kulesi kadar saçma olabilir – günün birinde…

 


 

Evren aslında bize bizden daha büyük bir insanlık dersi veriyor

Bilim evrenin, herhangi bir anda durumunu biliyorsak daha sonra nasıl ilerleyeceğini, belirsizlik ilkesinin belirlediği sınırlar içinde söyleyebilen bir yasalar takımını ortaya çıkarmış durumda. Bu yasalar aslında Tanrı tarafından buyurulmuş olsa bile öyle görünüyor ki yasalarına uygun biçimde gelişmeye bırakmış. Ama evrenin ilk durumunu ya da başlangıç koşullarını nasıl seçmiş?  Zamanın başlangıcında ki sınır koşulları neydi?

Bilim tarihi tümüyle olayların keyfi bir tarzda oluşmayıp, tanrısal olsun olmasın belli bir kurulu düzeni yansıttığının yavaş yavaş farkına varılışıdır. Bu düzenin yalnızca yasalar için değil, evrenin ilk durumunu belirleyen uzay-zamanın sınırındaki koşullar için de geçerli olduğunu varsaymak çok doğal olacaktır. Hepsi de yasalara uyan, ilk koşulları değişik çok sayıda evren modeli bulunabilir. Evrenimizi tanımlayacak belli bir ilk durum ve dolayısıyla bir modeli seçmemiz için bir ilke olmalı.

Aradığımız ilke, düzensiz sınır koşullarında olabilir. Bu koşullar, açıkça belirtmeden evrenin ya sonsuz büyüklükte olduğunu ya da sonsuz sayıda evrenin olduğunu varsayarlar.

Evren gerçekten sonsuz büyüklükteyse ya da sonsuz sayıda evren varsa bir yerlerde düzgün ve biçimli başlamış birtakım bölgeler vardır (Örneğin bizim içerisinde hayat buluğumuz Samanyolu galaksisi). Buna muzip bir örnek vermek gerekirse daktilo başına oturmuş maymun sürüsü hikayesini anlatmak isterim. Maymunlar daktiloda tuşlara gelişi güzel basarak ortaya anlamsız kelimeler çıkaracaktır, ancak tamamen rastgele biçimde bir maymun tuşlara basarken Shakespeare’nin Soneler eserini yazması da olasılıkların içerisindedir. Belki soneler ortaya çıkana kadar maymunlar trilyonlarca satır anlamsız sözcüklerden oluşan metinler yazacaktır ama eninde sonunda istatiksel olarak katrilyonlarca kombinasyonun ardından bahsi ettiğimiz eser ya da herhangi başka arzuladığınız yazılı metin maymunlar tarafından ortaya çıkarılacaktır.

İhtimaller çok yersiz ve gerçek dışı geldiyse şu an yaşadığınız gezegenin içerisinde bulunduğu evrene olan kıyasını sizlere hatırlatmak isterim. Dünyamızın çevresi yaklaşık 40.000 kilometreyken dünyanın çapı yaklaşık 12.000 kilometredir kıyasladığımız evrenin çapıysa 28.000.000.000X9.000.000.000.000 = 2,52e+1023. Böylesi bir kıyas karşısında maymunların bırakın Soneleri yazması dünyadaki tüm yazılı metinleri yazması bile oldukça olasıdır ve gerçekleşmesi mümkündür.

 


 

Evrene Dair Görüşler

Daha M.Ö. 340’da Aristo ‘Gökkubbe Üstüne’ adlı kitabında dünyanın düz bir tepsi değil de yuvarlak bir küre olduğunu savunmaktaydı. Buna ilişkin iki sava yer vermekteydi birincisi ay tutulmalarına güneş ve ay arasına giren dünyaydı. Dünyanın ay üzerine düşen gölgesi, dünya ancak küresel biçimde ise her zaman göründüğü gibi küresel olabilirdi. Eğer dünya düz bir disk olsaydı güneş diskin altına denk gelmediği sürece aya düşen gölge hep bir ince elips şekline sahip olurdu. İkinci olarak Eski Yunanlılar yaptıkları yolculuklarda, Kutup Yıldızının güneyde, kuzeyde göründüğünden çok daha alçakta göründüğünü biliyorlardı. Aristo o günün şartlarında bu iki savdan yola çıkarak dünyanın çevresinin uzunluğunu 400.000 stadyum olarak ölçmüştü, stadyum bugün karşılığı tam bilinmeyen bir uzunluk birimidir yaklaşık olarak 190 metreye tekabül ettiği düşünülmektedir. Aristo’nun bu ölçümlerine göre dünyanın çevresi yaklaşık 76.000 kilometredir asıl gerçek uzunluğunun hemen hemen iki katı.

 

Tarih perdesinden günümüze hızlı bir makas atacak olursak Aristonun ‘Gökkube Üstüne’ adlı eserinden sonra ondan etkilenen Ptolemy (Batlamyus) karmaşık yörüngelere dayanan ufak bir güneş sistemi modeli oluşturdu. Bu model 1514 yılında Polonyalı papaz Nicholas Copernicus’a kadar on üç asırlık sağlam bir temel oluşturdu, Copernicus bu modeli inceleyerek kendisine ait daha basit bir model öne sürdü ancak kiliseden kafir damgası yememek için bu çalışmalarını isimsiz yayınladı. Yine de Copernicus’un bu düşüncelerinin ciddiye alınması neredeyse bir asır sonra oldu. Derken iki gökbilimci Alman Johannes Kepler ve İtalyan Galileo Galilei Copernicus’un kuramını açıkça olmasa da savunmaya başladılar. Aristo temelli Ptolemyci kurama öldürücü darbe 1609 yılında geldi. Gelişen teknoloji sayesinde artan gözlemlerle birlikte Kepler Copernicus’un kuramında biraz değişikliğe gitti, yörüngelerin şekilleri üzerine araştırmalar yaptı.

 

 


 

Şaşırtıcı bir gerçek ki Kepler kendi araştırmaları sonucunda bulduğu elips yörüngeleri hayatı boyunca araştırsa da neden elips olduklarını çözememişti bu sorun 1687 yılında Sir Isaac Newton tarafından yayınlanan bir kitap ile çözüme kavuştu. Tabii ki bu anlatım çok kaba bir özet okuyanları sıkmamak için isim ve örnekler vermeyi şimdilik bırakıyorum ancak bu detaylı kuram yolunu okumak ve incelemek isteyenler için kaynak kısımlarda ayrıntılı bir kaynak vereceğim.

 

 


 

Göreceğimiz gibi binlerce yıldır araştırdığımız uzay her geçen gün birbirini deviren yeni kuramlar ile biraz daha çözüme kavuşsa da uzayla birlikte ortaya çıktığını düşündüğüm bir şeye binlerce yıldır bir adım bile yaklaşamadık. Zaman… Evet zaman içinde onlarca yüzlerce insan binlerce kuram ortaya attı ancak bugün bile halen daha zamanla alakalı bildiklerimiz gerçekten hiç seviyesinde dahası zaman kavramının evrenden önce bir anlamının olmadığını anlamak bile insan için zor iştir. Austigine, Tanrı evreni yaratmadan önce ne yapıyordu diye soranlara, zamanın Tanrı’nın yarattığı bu evrenin bir özelliği olduğunu ve evrenden önce zaman kavramanın olmadığı söylerdi.

 


 

Değişmeyen bir evrende zamanın başlangıcı evren dışı tarafından getirilmesi gereken bir şeydir; başlangıç için fiziksel bir gereklilik yoktur.

Bu satırları okuyunca bilimle alakası olmayan dindarların gururla göğüslerinin kabardığını görebilirsiniz, çünkü bu açıklama onlar için evrenin varlığının direkt tanrıyla alakalı olduğunu düşündürtür. Ancak anlamak isteyenler için bu sözün anlamı şudur; Tanrı’nın evreni geçmişte, sözcüğün tam anlamıyla istediği bir zamanda yarattığına inanabilirsiniz. Öte yandan, eğer evren genişliyorsa zamanın başlangıcı için fiziksel nedenler olabiliyor canı isteyen halen daha tanrının evreni büyük patlama anında yarattığını düşünebilir ama evrenin büyük patlamadan önce yaratıldığını varsaymak anlamsız olacaktır. Genişleyen bir evren bir yaratıcının varlığını dışlamıyor ama onun bu işi becerdiği zamana ilişkin sınırlamalar getiriyor!                     

 

Genişleyen evren

 

Peki bu evrenin genişlediğini nereden biliyoruz ve nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?

Örneğin bir yıldız bizden sabit uzaklıkta durduğunda ondan bize ulaşan ışığın frekansı sabit olacaktır, şimdi yıldızın bize doğru hareket ettiğini düşünelim. Işığın kaynağı olan yıldız yeni bir dalga yaydığında bu dalganın tepesi bir öncekinden daha yakın olacaktır. Bu iki dalga incelendiğinde iki dalga tepesi arasında geçen sürenin uzunluğuna bağlı olarak yıldızın hareket edip etmediği saptanabilmektedir. Ya da bunların hepsini bir kenara bırakın sizlere hayatınızdan bir örnek vereyim hızlı bir araba size doğru yaklaşırken motorunun sesi ince bir frekansa sahiptir ve size yaklaştığı sürece adeta bu ses daha yüksek tiz (Frekansı yüksek) olarak gelir ancak araba önümüzden geçtikten sonra ve bizden uzağa hareket etmeye devam ettikçe arabanın sesi boğuklaşır ve yoğun hissedilir (Frekansı düşük). Araba yaklaşırken giderek inceleşen ses, araba uzaklaşırken boğuklaşmaya başlar bu hareketin aynısını evrende var olan her şey yapar. Bundan yola çıkarak nesnelerin uzaklığı evrende hesaplanabiliyor elbette biz burada bir araba ve yıldızdan bahsederken gözlemevlerinde milyarlarca yıldızın ve uzay cisminin frekansı hesaplanıyor. Ortalama bir okuyucuysanız yalnızca bu paragrafın sonuna gelene kadar söz konusu yıldızlardan 57.000.000 adetinin ölçümü yeniden gerçekleşti.

Evrenin genişlemesini bize gösteren diğer bir detay yıldızların renkleri, renkler esas olarak ısı belirleyicisi olarak kullanılsa da ışık bağlamında göz önüne aldığımızda, bizden uzaklaşan yıldızlarının ışığının yelpazesi kırmızıya, bize yaklaşanların renk yelpazesi ise maviye kayacaktır.

Bilmeyen arkadaşlar için renklerden bahsetmek istiyorum kırmızı (Ortalama 2.000-3.000 Kelvin) tonları en soğuk yıldızlardır, en sıcak yıldızlar mavi (Ortalama 25.000-40.000 Kelvin) renklerindedir.  Güneşimiz sarı değil! Beyaz renkli bir yıldızdır.

 

  

Evrenin çevresinin boydan boya dolaşılıp başlanılan noktaya ulaşmak bilimkurgucular için iyi bir malzemede olsa da daha böylesi bir tur tamamlanamadan büyük ihtimalle evrenimiz çökmeye başlayacaktır. Bunu tamamlamanın yalnızca bilinen bir yolu vardır o da ışık hızından hızlı seyahat etmeyi başarabilmektir. Çünkü varsayılan evrenin genişleme hızını ancak ışığın geçebileceği düşünülmektedir, evrenin genişleyemediği noktaya ışığın düşmesinin ne anlamı olabilir ki?..

 

Temel Parçacıklar ve Doğanın Kuvvetleri

 

Aristo dünyadaki bütün maddenin dört temel elementten; hava, toprak, ateş ve sudan oluştuğuna inanıyordu. Ona göre bu elementlere iki kuvvet etki etmekteydi: Uçuculuk yani hava ve suyun yükselme eğilimi, yerçekimi yani toprağın suyun batma eğilimi. Elbette Aristo’nun bu düşüncesi geçerli olmasa da bugün evrenimizin içeriğinin madde ve kuvvetlerce bu şekilde bölünmesi bugün halen daha kullanılmaktadır.

 


 

Aristo maddenin sürekli olduğuna inanıyordu, yani bir madde parçasını sürekli olarak istediğimiz kadar küçük parçalara bölebilir, hiçbir zaman daha küçük parçaya bölünemeyecek hale getiremezdik. Aristo’nun yanı sıra Demokritos gibi birkaç ileri gelen Yunanlı da maddenin küçük taneciklerden oluştuğunu ve her şeyin çok sayıda değişik atomdan yapıldığını düşünüyordu. Bugün kullandığımız atom sözcüğü Yunancada -bölünmez- demektir. Bu tartışmalar çağlar boyu devam etti ta ki 1803 yılında John Dalton’un kimyasal bileşiklerin her zaman belli oranlarda gerçekleşmesinin atomların molekül denen birimleri oluşturmak üzere bir araya gelmesiyle açıklanabileceğini gösterene kadar. Bugün John Dalton’un oluşturduğu atom modeli günümüz atom biliminin en önemli basamaklarından birisi olarak kabul edilmektedir.

 

Kara Delikler

Sizlere kara deliklerden bahsedeceğim bu satırlarda lütfen filmlerde ve sosyal medyada gördüğünüz okuduğunuz o hurafeleri bir kenara bırakın. Evet film izleyip gaza gelmenizin hevesini anlayabiliyorum ancak gerçekliği tam olarak kabul edip anlayabilirseniz, gerçeğin doruğu karşısında duyacağınız heyecan ve haz çok daha fazla olacaktır.

Kara delik terimi aslında bu dünyaya çok yenidir ilk kez 1969’da John Wheeler tarağından en az iki yüz yıllık olan bir düşüncenin görsel tanımı için ortaya atılmıştır. Eski zamanlarda ışığa ilişkin iki kuram vardı: biri Newton’un desteklediği, ışığın parçacıklardan oluştuğu yolundaki kuram, öteki ise dalga kuramı. Şimdilerde bu bahsi geçen iki kuramında doğru olduğunu bilmekteyiz. Işık hem tanecik hem de dalga olarak ele alınabilir evrenimizin her santimini kapsayan kütle çekim olmadan ışığın nasıl tepki vereceğini bugün bile bilmemekteyiz. Ama şundan eminiz ışıkta tıpkı evrende ki tüm yıldız gezegen ve cisimler gibi bir tarafa doğru çekilmektedir. Dünya güneşin etrafında dönüyor bunu herkes biliyor peki kaçınız aslında güneşin saatte 720.000 kilometre hızla ilerlediğini biliyor. Bizler öyle tepside dönüp duran bilyeler gibi bir sistemde yaşamıyoruz, evet tepside dönen bir gezegende yaşıyoruz ancak döndüğümüz bu tepside ilerlemektedir, tıpkı ayın dünyaya, dünyanın güneşe karşı sergilediği hareketi güneş sistemimiz daha büyük sistemlere, daha büyük sistemlerde galaksilere, galaksilerde daha büyük galaksilere karşı yolun sonunda galaksilerde evrene karşı sergilemektedir.

 


Bir tren yolculuğu yaparken trenin içinde hareket edip yürüyebiliriz, gerçekte biz aslında birkaç adım ilerlesek bile tren onlarca metre yol gitmiş olur. Bu evrenin içerisindeki her cisimde aynı mantıkla ama çok daha geniş ölçekte hareket etmektedir. Algılarımız yetmese de biraz düşününce biz aslında evrende gerçekten insan akılını erişemeyeceği büyük bir hızda hareket etmekteyiz.

Kara deliklere ve ışıklara hemen dönelim ilk zamanlarda ışıkların yüksek hızları sebebiyle hiçbir çekim kuvvetine yakalanamayacağı düşünülüyordu. Ancak Cambridge’de hoca olan John Michell 1783’te Londra Krallık Derneği’nin Felsefe Yazışmaları dergisinde yeterince kütlesi olan yoğun bir yıldızın, ışığın ondan kaçamayacağı şiddette bir çekim alanına sahip olabileceğini söyledi. Yıldızın yüzeyinden çıkacak herhangi bir ışık daha pek uzaklaşamadan yıldızın kütlesel çekimiyle geri dönecekti ve kara delikler ortaya çıkmış olacaktı. Kara deliklerin çekim gücü öylesine yüksek ki kendi yaydıkları ışık bile onlardan kaçamıyor. Şimdi kara deliklerin neden her şeyi yutma eğilimde olduğunu ve siyahla bağdaştıklarını anlayabilirsiniz. Kara deliklerin varlığının tespit edilmesi evrende nasıl mümkün olabiliyor? Hiçbir ışık yaymayan kara bir lekeye benzeyen bir cismi bu kadar parıldayan bir evrende görmek zor olabilir, aslında gerçekten göremiyoruz da. Karadelikleri görmeyip onların kütlesel çekim kuvvetlerini hissedebiliyoruz. Burada ışığın nasıl kendi üreticisi olan yıldız tarafından çekilebildiğini açıklamak için öncelikle yıldızların oluşma mekaniği anlatmam gerekir ancak oldukça uzun ve anlamayanları sıkan bir yazı olacağı için o açıklamayı da kaynak kısımlarına bırakıp yazımıza devam ediyoruz.

 

Bir yıldızın çökerek kara delik haline gelirken görebilsek ne görürdük?

Bunu anlayabilmemiz için görelilik kuramında mutlak bir zaman olmadığını anımsamamız gerekir. Yıldızın üzerindeki birine göre zaman, uzaktaki birine göre olandan başkadır, yıldızın kütlesel çekim alanı nedeniyle. Diyelim ki çöken bir yıldızın üzerinde, onunla birlikte çökmekte olan gözü pek bir astronot kolundaki saatten yıldızın etrafında bir yörüngede dönmekte olan uzay gemisine her saniye bir işaret gönderiyor. Belirli bir saatte, örneğin tam 11’de, yıldız kütlesel çekim alanının artıp hiçbir şeyin kaçamayacağı kritik anın altına inecek ve astronotun işaretleri gemiye ulaşamayacak olsun. Saat 11’e yaklaştıkça, uzay gemisinde bekleşen arkadaşları astronottan artarda gelen işaretler arasındaki sürenin gittikçe uzadığını fark edeceklerdir. Ama bu uzama 10:59:59’dan dan önce pek az olacaktır. Astronot ’un 10:59:58 işareti ile saati 10:59:59’u gösteriyorken gönderdiği işaret arasında bir saniyeden biraz fazla bir süre geçecek ama 11:00:00 işareti için arkadaşlarının sonsuza denk beklemeleri gerekecektir. Yıldızın yüzeyinden 10:59:59 ile 11:00:00 arasında astronotun saatinden çıkan ışık, uzay gemisinden göründüğü kadarıyla sonsuz bir zaman aralığına yayılmış olacaktır. Çünkü artık saat 11’de yıldız çökmüş ve kütlesel çekim alanı nedeniyle hiçbir şey onun dışına çıkamayacak hale gelmiştir. Yani yıldız artık kara deliğe dönüşmüştür, saniyede 300.000 km hızla giden ışık bile artık bu yıldızdan kaçamazken herhangi bir sinyal ya da cismin kaçması da söz konusu olamaz. Saat 11’den itibaren giden tüm sinyaller doğruca kütle çekim ile kara deliğe çekilecektir.

Ancak tabii ki bu senaryoyu denemeye kalkacak olursak astronot ya makarna gibi başından ve kollarından kütle çekim ile uzayacaktır ki bir insanın böyle uzaması pek mantıklı bir senaryo değil onun yerine tüm hücrelerinin bir saniyeden daha kısa sürede parçalanması gerçekleşecektir. Evet böyle bir kütle çekim alanının yanında insan saniyenin binde biri bir sürede tamamen ayrışıp geriye atomların kütlesi kadar bir uzay yığını olacaktır.

Buraya kadar herkes kara deliklerin gücünün bir nebzede olsa farkına vardı peki kara delik oluştuktan sonra ne oluyor, evrendeki tüm cisimleri kendisine çekip ne yapıyor. Bu sorunun cevabını tam olarak bilmiyoruz, kara deliğe çekilen başta ışık olmakla birlikte diğer cisimler parçalanmaktan başka ne oluyor bilmiyoruz. Yalnızca kara deliklerin ömrünün dönüştüğü yıldızın gücüyle bağlantılı olduğunu biliyoruz kabaca hidrojenden oluşan yıldızların sınırlı bir yakıtı vardır, kara delik haline geldiklerinde yakıtı bittikten sonra öylece yok oluyorlar. Temelde her yıldızın belirli bir yakıtı ve potansiyeli vardır, örneğin güneşimizin yakıtı yalnızca 5 milyar yıl civarı daha var olacaktır. Yakıt bittiğindeyse yıldızımız kendi kendisine yenik düşerek genleşip, büzüşüp, tonlarca kimyasal olayı atlatıp bir karadeliğe dönüşecektir.

 

Son Söz

Kendimizi şaşırtan ve her gün yeniliklerle gözümüzü açtığımız bir dünyada bulmaktayız. Eğer bir anlığına durup çevremizdeki tüm olayların anlamlarına yoğunlaşırsak yalnızca yatağımızdan kalkmadan binlerce yıl düşünmemiz gerekir. Üstelik yalnızca bir eylem için bu kadar düşünmemiz gerekir, insanın aklı gıdıklanıyor evrenin çalışma prensibi ve işleyişi gerçekten insanların algısının ötesinde gerçekleşmekte. Onun hakkında birkaç satır okumak ufkumuzu açsa da gözlerinizi diktiğiniz uzayda uzanan bu gerçeklere hâkim olmamız imkânsız. Biz nereden geldik? Derken buluyorsanız kendinizi fazla endişe etmeyin, dünyamız isterse kaplumbağaların sırtında olsun, evrenimiz isterseniz tanrılarınız tarafından yaratılmış olsun veya tamamen bir kimyasal tepkimeyle ortaya çıkmış olsun bu insan olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Bilimden uzak evlerimizde yaşarken dünyamızın dışında olup bitenlerle ilgilenmemiz gerekmiyor. Elbette gerçek anlamda bilimin yolundan ilerleyenler doğruya daha yakın olsalar da bu dünyada ortaya çıkan hiçbir soruya verilen hiçbir yanıtın kesinlikle doğru olduğundan emin olmamamız gerekir. Tıpkı evren gibi o sabit kurallar etrafında varlığını sürdürüyor gibi de olsa onun kuralları öylesine geniştir ki sürekli değişken bir hareket içerisindedir. İnsan olarak onu örnek almalıyız yaşamın kurallarını genişletebilmeyi başarmalı ama yine de bağnazlıktan ve ziyandan uzak bir yaşam sürmeliyiz. Günün sonunda evrenimiz burada dururken ölecek olan her bir insana diyeceğim son kelimeler ise; umarım inandığınız şeyler sizleri bulur.

 

Yazının esin ve ana kaynağı olan Zamanın Kısa Tarihi kitabı ve yazarı Stephen W. Hawking’e büyük ve saygılarla.

H. B. Gökdeniz SAĞLAM

 

Kaynaklar:

https://www.kampustenevar.com/kategori-kultur-ve-sanat/iskenderiyeli-batlamyus

https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/yildizlar-nasil-olusur

https://tua.gov.tr/tr/blog/evren/isik-yili-nedir

https://www.kozmikanafor.com/dunyanin-hareket-hizi-ne-kadar/

https://evrimagaci.org/atom-nedir-atomlari-nasil-kesfettik-maddenin-yapitasini-aciklayan-atom-teorisi-zamanla-nasil-evrimlesti-109

http://jret.org/FileUpload/ks281142/File/38.baybars.pdf

https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/genel-gorelilik-kurami-nedir

https://evrimagaci.org/ozel-gorelilik-teorisi-nedir-einstein-isik-hizinin-dogasini-aciklamayi-calisirken-evreni-nasil-cozdu-4556

https://bilimfili.com/einsteinin-genel-gorelilik-kurami-ve-bilinmesi-gereken-12-madde

https://www.osti.gov/biblio/7222702

https://www.science.org/doi/abs/10.1126/science.282.5397.2204

https://web.itu.edu.tr/~kcankocak/docs/Coklu-evrenler-kerem-cankocak.pdf

https://www.cag.edu.tr/uploads/site/users-special/01386bd6d8e091c2ab4c7c7de644d37b/files/Evrenin%20Ger%C3%A7ekleri%20-%20Fikri%20Akdeniz.pdf

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188638

https://www.bbc.com/turkce/haberler-43979330

https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/makale/btd_588_-_kasim_2016_52.pdf

https://evrimagaci.org/stephen-hawking-kimdir-nasil-bir-hayat-gecirdi-neleri-basardi-ve-bilime-neler-katti-11038

https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCne%C5%9F

https://tr.wikipedia.org/wiki/Aristoteles

https://tr.wikipedia.org/wiki/Batlamyus

https://tr.wikipedia.org/wiki/Isaac_Newton

https://en.wikipedia.org/wiki/Subrahmanyan_Chandrasekhar

https://en.wikipedia.org/wiki/Arthur_Eddington

https://tr.wikipedia.org/wiki/Sonsuz_maymun_teoremi

https://tr.wikipedia.org/wiki/Galileo_Galilei

https://tr.wikipedia.org/wiki/Nicolaus_Copernicus

https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6zlemlenebilir_evren

https://tr.wikipedia.org/wiki/John_Dalton

https://tr.wikipedia.org/wiki/Demokritos

 

İleri okuma:

https://books.google.com.tr/books?id=X6TijwEACAAJ&dq=aristoteles+g%C3%B6k&hl=tr&sa=X&redir_esc=y

https://books.google.com.tr/books?id=wsCLkQEACAAJ&dq=zaman%C4%B1n+k%C4%B1sa+tarihi&hl=tr&sa=X&redir_esc=y

https://books.google.com.tr/books?id=bSiTKcLf07UC&printsec=frontcover&dq=Isaac+Newton+optic&hl=tr&sa=X&redir_esc=y#v=onepage&q=Isaac%20Newton%20optic&f=false

 

Yorumlar

👉 popüler yayınlar