Özne, Birey, İktidar


 

Özne, Birey, İktidar

Özne ve birey kavramları birbirleri ile benzeştirilen, zaman zaman eş anlamlı zannedilerek, kullanımında özen gösterilmeyen iki kavramdır. Ancak bu iki kavramın arasında dağlar kadar fark vardır. Yazıya başlarken ilk olarak bu iki kavramın farklarından ve madalyonun iki yüzünden bahsedeceğim.


 Özne ve Birey Arasındaki Fark

 En kısa haliyle özne, bireyin içinde bulunduğu toplumdaki üst kimlikleriyle beden bulmuş halidir. Herkes var olduğu andan itibaren öznedir, bireyleşme süreci kişinin inisiyatifine müteakip ileriki süreçlerde var olabilecek bir durumdur. Doğduğumuz andan itibaren her ne kadar bir isme sahip olsak da en başında x ve y nin çocuğu olarak tanınıp değer görürüz. Sınıflı toplumun içerisinde yer aldığımız için göreceğimiz eğitimin kalitesi de yine çocuğu olduğumuz kişilerin üretim araçlarına karşın konumuna bağlıdır. Alt sınıfa mensup bir ailenin çocuğunun, gerek gördüğü eğitimin kalitesinden, gerek çevre faktöründen dolayı eğitim hayatında başarı imkanı çok düşüktür. Akademik kariyeri kötü olan birisinin de üretim araçlarına karşın konumu ebeveyninden pek de farklı olamayacaktır. Bireyleşmenin önündeki en büyük engel ise az önce bahsettiğim senaryodaki ilk sivil toplum örgütü olan ailedir. Kişinin ailesi ile olan ilişkisi geleneklere karşı tutumunun en yoğun göstergelerinden birisidir. Gelenekçiliğe maruz kalan kişi, birey olmaktan uzaklaşıp, içinde bulunduğu toplumun herhangi bir ferdi olmaktan öteye gidemez. Materyalist bir anlayışa sahip olup, toplumu ve düzeni değiştirmeye gönül vermiş birçok insanın ailesi ile arasının kötü olmasının nedeni de budur. İçinde bulunduğu toplumun normlarını, geleneklerini, kültürünü reddedip, çeşitli otoritelerden sıyrılmış herhangi bir kişi birey olmayı başarmıştır. Cümlenin başında ‘’materyalist bir anlayışa sahip olup’’ sıfatını kullanmamın nedeni, materyalistlerin, radikal değişimlere yeltenen kişilerin halen daha toplum nezdinde meşru görünen olgulardan güç alma fırsatına sahip olmamasına denk düşmektedir. Alttan örgütlenme yöntemini benimseyen radikaller genelde tanrılarına, milletine veya devletine hizmet etmeyi gaye edinmiş kimselerdir. Var edilen özne toplumu bunu hoş karşılayabilir, ancak hiçbir soyut veya mitsel dayanağı olmayan, doğrudan toplumun alt tabakasının kurtuluşunu hedefleyen Marksist devrimciler toplumun asla kabul etmeyeceği kişilerdir.

 

 Otorite Karşısında Özne ve İktidar

Ailenin, toplumun ve devletin otoritesi olmak üzere 3 temel farklı otorite mevcuttur. Öncelikle kişinin bireyleşme sürecindeki ilk belirleyici öznesi baba figürüdür. Babanın otoritesini meşru kılacak olan çocuğuyla olan manevi ilişkisi çok önemlidir. Manevi birliktelikten uzak otorite çocuğun isyankar olmasına yol açarken, manevi ilişkiyle doğru orantılı otorite çocuğun daha itaatkar olmasına yol açmaktadır. Bir baba çocuğuyla her akşam keyifle muhabbet ediyorsa, çocuğun üzerinde kuracağı otorite, çocuğun hayatı için tamamen belirleyici bir faktör niteliği taşımaktadır. Böyle bir senaryoda eğer baba oğlunu samimiyetle doğru orantılı baskılarsa çocuk her devletin vatandaşı olmasını isteyeceği yegane özne haline gelir. -Otoriteden bağımsız olarak, babanın oğlu ile sürekli samimiyet içerisinde olması, erken dönemde çocuğu için tamamen bir rol model haline gelmesi demektir.- Ama aynı senaryoda baba otoriteye başvurmaz, çocuğun kararlarına ve fikirlerine saygı duyarsa, çocuğun gelişim yönündeki tek etmeni sosyal hayatta kendisini bulmasına vesile olacak olgularla karşılaşıp karşılaşmayacağı olacaktır. Ayrıyeten böyle bir baba oğul ilişkisi çocuğun seçeceği yolda daha atılgan ve özgüvenli olmasını sağlayacak etmenler barındırmaktadır.

Özne toplumuna dahil olmanın en önemli kuralı o öznelerden biri olmaktır. Bu yüzden entelektüel birikime sahip kişiler genellikle toplumun dışladığı kişilerdir. Günümüzde güzellik algısı, moda anlayışı, müzik zevki ve hatta siyasi görüşlerin her biri moda niteliği taşımaktadır ve metalaşmıştır. Pazarda kalan artık malların satımı için oluşturulan moda algısı, plastik cerrahi pazarını büyütmeye yarayan güzellik algısı, tek tipleşmeye müsait altyapı ağırlıklı sistematik ve sanattan uzak müzik anlayışı ve hatta burjuva sınıfına ve yardakçısı olan devlete lazım gelen politikaların muhalefet çevresince kısa vadeli benimsenip hükümet değişimlerince yinelenen devletin sağlığı. Günümüz insanı denilince kafamızda bir figür belirmektedir, dışarıda gördüğümüz kişilerin %95’i de bu figüre denk gelmektedir. Bu gibi tek tipleşen niteliklerin ne kadarından kişi toplumdan farklıysa o kadar entelektüel potansiyeli yüksektir.

 Devletin otoritesi ise bütün bu otoritelerin yoğunlaştığı son evredir. Toplumsal otorite ile yontulmuş kişiler devlete tâbi olacak özneleri var eder. Kişinin devlete olan tutumuna dair yüzeysel bir fikre sahip olmak için, geleneksel aile modelindeki baba figürü ile olan ilişkisine göz atmak yeterlidir. Ailede var olan en üst otorite olan baba, uzun vadede kişiyi sömürecek üst otorite olan devlete, kişinin yabancı kalmamasını sağlamak adına erken dönemde ortaya çıkmış bir alıştırma mekanizmasıdır. Babasının hoşuna gitmeyecek davranışlar yaptığında ceza almayı göze alan ve bunu zihninde normalleştirmiş kişiler devlet otoritesi altında ne kadar isyankar olabilir ki? İşte bu yüzden aile kurumunun güçlenmesi, bürokratik yozlaşma ile paralellik gösteren bir ilişkiye sahiptir. Özne toplumunun en yoğun olduğu bölgelerde devletlerin korkacağı hiçbir şey olmaz, bu yüzden özne toplumu ne kadar yoğunsa devlette o kadar kafasına göre at koşturabilmektedir.

  

Biyo-İktidar, Dini Baskı ve Ceza Kanunu ilişkisi

 Dini baskıyı farklı bir başlık altında ele almanın nedeni kendi başına bir süreç olmasından ziyade bütün otorite süreçlerinde etkisinin var olmasındandır. Dini baskının felsefi altyapısını pozitivist felsefe anlayışı oluşturmaktadır. Pozitivizmin indirgemeci ve tümdengelimci mantık anlayışı günümüzde hiçbir bilimsel ve felsefi başlığın altında geçerlilik bulamamaktadır ki bunun nedeni Marx’ın “Alman İdeolojisi” eseriyle beraber pozitivizmi Feurbach ile birlikte alaşağı etmesidir. Marx’ın diyalektiği ile birlikte felsefe metafizikten arınmış, kendi içinde bilimsel bir paradigmaya geçmiş ve tamamen çözüm odaklı yeni bir felsefi paradigmanın ortaya çıkışı ile sonuç bulmuştur.

 Ancak her ne kadar felsefi alanda yerilmiş bir görüş olsa da, pozitivizm günümüzde hala en yaygın kullanılan kitle kontrol mekanizmalarından biridir. 19.yy’da pozitivist anlayışı meşru kılan Tanrı kavramı günümüz pozitivizminde (neo-pozitivizm) özne olarak değil ide olarak karşımıza çıkmaktadır. Yöntembilimsel olarak toplumsal normların oluşturulmasında tanrı tek başına tasdik için kullanılırken, Neo-pozitivizmle beraber tanrısal düşünce metodu kullanılmaya başlandı ki bu da en az tanrı kadar metafiziksel bir yaklaşımdır. Toplumsal değişim konusunda ümitsizliğin ve kabullenişin nedeni de budur. Örneğin ortaçağda egemen oligark ve din adamları sınıfına karşı durmak günah denilerek reddedilirken günümüzde egemen burjuva sınıfına karşı durmak sadece ümitsizce reddedilmekte, sınıfsız toplum ise insan doğasına ters denilerek karşılık bulmaktadır. Putlar ve mitler belliyken bu algıların yıkılması daha kolaydır, ancak şu anın algılarının arkasındaki putlar ve mitler tek bir özneden (tanrı) ibaret olmayarak küresel bir sistemi de içerisinde barındırmaktadır (kapitalizm). Kapitalizmin bu düşünsel yapısı sadece devletler bazında değil insanlar bazında da bir iktidara yerleştiğinin göstergesidir ve bu iktidar başlı başına biyolojik bir iktidardır (biyo-iktidar). Diyalektik ve materyalizm anlayışı ile herhangi bir soruna tümevarımsal yaklaştığımızda her sorunun istisnasız sınıfsal olduğunu anlayabiliyoruz. Bütün otoritelerin nasıl var olduğunu ve nasıl inşa edildiğini, bütün otoritelerin güç aldığı gizli özneleri ve sistemi de bu şekilde ifşa edebilmekteyiz.

 Şimdi bu 3 kavram arasındaki ilişkiyi ve ortak sistem içerisinde nasıl işlediklerini ele alalım. Biyo- iktidarın gelişiminde bu 3 kavramın hepsi rol oynamakta. Biyo-iktidarın gelişiminde öncelikle bir yasayı tasdikleyecek güçlü bir kavrama ihtiyaç vardır. Bu kavram tarihsel düzlemde önce “tanrı” kavramına denk düştü. Feodal düzenin imtiyazlı din adamları sınıfının zarar görmesiyle ve dinin toplumlar üzerindeki etkisini yitirmesiyle beraber kanun tasdiği için farklı ve çeşitli çözümler denendi. Tanrının yerine kimi zaman devlet, kimi zaman toplumların tarihi karakterlerinden mitleştirilmiş birkaç kişi çoğu zaman ise her ikisi de konuldu. Devlet fetişizmi öyle bir noktaya getirildi ki halka açık yerde yaygın dine yöneltilen eleştiriler devlete yöneltilen eleştirilerden daha geri planda kalmaya başladı. Ve bir noktadan sonra bu kanunlar toplumun zihnine yerleşmiş ve kanunnameden çıkmıştı. Bu da istenilen özne toplumuna kazandırılmış ve gelişim aşamalarını bitirmiş yeni bir niteliğin doğuşuna tekabül etmektedir. Yani anayasada gördüğümüz maddeler biyo-iktidarın özne toplumuna enjekte etmek istediği özelliklerin ilk aşamadaki en ilkel halidir. En basit haliyle önce tanrısal baskı sonra yasa bazında baskı en sonunda ise yasaya ve baskıya gerek kalmayan bir özne toplumu. Bir topluma hitap eden anayasa kitapçığı ne kadar kısaysa, o toplum o kadar özgür değil, o kadar baskıya maruz kalması gereken bireyleri içinde barındırmaktadır.

 

Atakan

#atakan

 

Yorumlar

👉 popüler yayınlar